21 Nisan 2008 Pazartesi

MUALLİM NACİ’NİN DİLİYLE HAFIZ-I ŞİRAZİ VE KELİM-İ KAŞANİ’NİN DARBIMESEL VE HİKMET İÇEREN BAZI BEYİTLERİNİN ÇEVİRİSİ

MUALLİM NÂCÎ’NİN DİLİYLE HÂFIZ-I ŞÎRÂZÎ VE
KELÎM-İ KÂŞÂNÎ’NİN DARBIMESEL VE HİKMET
İÇEREN BAZI BEYİTLERİNİN ÇEVİRİSİ
Âdâbı dîvânelerden öğrenirler.
Âferin sana! Yüz bu kadara daha şâyestesin!
Ağ sudan çıkmayınca balığın kendi hâlinden haberi olmaz.
Âh bu yoldan! Her türlü hatar bundadır!
Ahâlîsi a‘mâlardan ibâret olan şehre hod-nümâlık ümîdiyle ne gidiyorsun?
Ahibbâ burada, a‘dâya ne hâcet!
Âkıl mezbûhun harekâtına itiraz eder mi?
Akıl, nefsin ıslâhından dâimâ âcizdir; nâsıh, dîvâne ile başa çıkamaz.
Aklını başına topla! Nakdini nigehbân aşırmasın!
Alçak, zî-iktidâr olunca, zebûn-küş olur.
Ale’l-ıtlâk fi‘l-i kabîh irtikâbında bulunmamaklığımız muvâfık-ı hikmettir.
Alışıldıktan sonra kafes de yuva olabilir.
Âlimin işi câhile merhamettir, basîrin yüreği a‘mâya acır.
Allah bizi zühd-i riyâkârâneden müstağnî etmiştir.
Allah için söyleyin! Bu oyun kime edilebilir?
Altın gerdanlığı hep eşeklerin boynunda görüyorum!
Âriyet aldığı şeyi ihtiyârıyla terk eden, müsterîh olur.
Artık tembellik elverir, bugünden sonra iş göreceğim.
Artık uykudan baş kaldır; sabah açıldı.
Âşinânın cevri bîgânenin riâyetinden evlâdır.
Ateşe atılacak hırka çok!
Âteşin kızdırdığı demir, kor rengini alır.
Avâmın sözüne ne itibâr!
Ayıbıma göz dikmeyen var ise iğnedir!
Âzâdelik ihsan minnettarlığından ictinâbdır.
Azîzim! İstihsân-ı kabâyıh bürhân-ı cehâlettir.
Azîzim! Pek serkeşâne gidiyorsun, korkarım gidemez olursun!
Babam cenneti iki buğdaya satmış. Ben bir arpaya satmazsam nâ-halef olmuş olurum.
Bahtıma mı güleyim, yârin vefâdarlığına mı? Kendime mi ağlayayım, gönlümün esâretine mi?
Bak, cihanda bir ehl-i dil göremiyorum!
Başımıza ne kadar fitne üşüntü imiş! Meded Allâh!
Başka bir âlem, husûsiyle yeniden âdem icad etmeli!
Beğenmiyorsan hükm-i İlâhîyi değiştir!
Belki hakkında hayırlısı budur.
Ben âkılım diyorum, öyle iş yapar mıyım?
Ben artık bîgânelerden şikâyet etmeyeceğim, zira bana ne etti ise o âşinâ etti!
Ben bu iki eli iki âlemden çekmişimdir.
Ben ki bed-nâm-ı âlemim, niçin salâh fikrinde bulunayım?
Ben ki koparılmış gül bile koklamak fikrinde bulunamam, başkasının saydına göz diker miyim?
Ben o hâtem-i Süleymânîyi hiçe almam, zira bazen dev eline geçiyor!
Ben öyle söz söylemedim, söyledi diyen bühtan etmiş.
Benim gibi bir âdemin kadr-i hizmetini felek böyle bildi?
Bezm-i zevkte nevhageri kim ne yapsın?
Bîçâre biz ki nezdinde toprak kadar kadrimiz yok!
Bir ârif sözü işittiğin vakit “hatâdır!” deme.
Bir gün gelecek ki ismimiz anılmayacak!
Bir kere fâş olan sırrı bir daha saklamak mümkün olmaz.
Bir peygamberin dîninde bunca mezhep bulunmak nedendir? Bu muammâyı yetmiş iki milletten hiç kimse halledememiştir.
Bir sır ki medâr-ı teşekkül-i mahâfil olur, nasıl mektûm kalır?
Bir tâziyâne ile iki saz çalar âdem gördün mü?
Bir yerde ki göz yoktur, güzellikle çirkin müsâvîdir.
Birâder! Kavgaya ne hâcet! Yapmayacağım!
Birkaç câhilin hatırı için hikmeti hükümsüz bırakma!
Biz cihânın ibtidâsından bî-haberiz, bu köhne kitâbın evvel ve âhiri düşmüştür.
Bizi böyle bırakma, ya salıver, ya bağla!
Bizim ekinimizin üzerinden asker geçti.
Bizim kalemimizin de lisânı, beyânı var!
Bizim seninle sözümüz yok, uğurlar olsun!
Bizim zannettiğimiz yanlış imiş!
Boş şişeyi niçin koltuğumda tutup durayım?
Böyle bir günde sultân-ı cihân gulâmımdır.
Böyle bir memlekette oturmak güçtür.
Bu dar yoldan sebük-bâr olarak geçmek evlâdır.
Bu kâr-hânede nice başlar desti toprağı olmuştur!
Bu kulak çok Şâh ü Gedâ hikâyesi dinlemiştir!
Bu riyâkârların memleketinde bir Nigîse bulunamaz ki puthâneye çıkar yolu olmasın.
Bu şehirde bizim gibi olmayan kimdir?
Bu vahşet-hânede bana bir me’men nasib olmadı, her nereye gitsem mum gibi başım hatarda bulunuyor.
Bu yolda acele ile giden düşer!
Bundan sonra tezvîre kulak vereceklerden değilim.
Bunu fermân-rân kader yapıyor, ben ne yapayım?
Bülbül kafeste gülşen şevkiyle öter.
Bütün âlemin nasihati kulağıma rüzgâr gibi geliyor!
Bütün cihan bir nefesi gam ile geçirmeye değmez.
Bütün kulûb-ı münevvere bir tesbîhin dâneleridir, bizim gönlümüzde olan şey birbirimizden mestûr değildir.
Cehl-i mürekkeb bir derecede taammüm etmiştir ki sinekler kendilerini hümâ kıyas ediyorlar.
Cennet Benî Âdemin hakkıdır, gönlünü hoş tut, çünkü pederden mevrûs olan bu bağ evlâda mevkûftur.
Ciddi yolcu inişten, yokuştan sakınmaz.
Çan kervandan dil-gîr olsa da elinden ne gelir?
Çerçöp deryâya vâsıl olsa da yeşeremez.
Çerçöpe bile ateş düşse merhametten yüreğim yanar.
Çirkinin âyîneye mukabil olmaması evlâdır.
Çocuğa göre, elde helva bulunmak hâtem bulunmaktan a‘lâdır.
Çocuk çok yüz bulunca çok yüzsüz olur.
Denî, ekâbire mukârenetle kesb-i şeref edemez; gevher ile ihtilâtından dolayı iplik kıymet-dâr olmaz.
Derdi var, nasıl derman aramasın.
Devlet zahmetsiz ele geçmeli, yoksa mesâiye mukâbil verilecek cennet bir şey değildir!
Din hususunda meşgûl-i cidâl olan milel-i muhtelifenin bu hâlini mazur tut. Onların böyle hayâlât ile uğraşıp durmaları hakikati görmediklerindendir.
Dîvâne ile düşüp kalkan, dîvâne olur.
Dîvâne vîrânesinden arlanmaz.
Duâmın tesiri görülmese beis yok, ona şermsâr-ı icâbet olmamak fazileti kâfîdir.
Dünyâda güzellerden pek çok cefâ gördüğüm cihetle havf-ı cefâ-yı hûrdan dolayı gönlümde cennet arzûsu yoktur.
Dünyanın hâli her zaman bir olmaz, gam yeme!
Edebi olmayan sohbete lâyık değildir.
Efendi çıkacak diye ne vakte kadar oturacaksın?
Efendimiz! Zâlimi himâye etmek lâyık değildir.
Eğer kâtı‘-ı tarîk sen olursan yüz kervan vurulabilir.
Eğer sende aşk yok ise pek iyi, mazursun!
Erbâb-ı âdete pey-rev olan dâll olur; sana yol gösterecek Hızır, bu kervandan geri kalmandır.
Erbâb-ı nazarı böyle mi izzetliyorsun?
Eski dosta bakınız, dostuna ne yaptı!
Etıbbâdan dert saklanmaz.
Etıbbânın ağniyâsına çâre bulunmaz, yoksa her derde derman bulunur.
Etvâr-ı acîbe gençlik zamanının lâzımıdır.
Evet! İttifak ile cihanı zaptetmek mümkündür.
Evimde ne var ki kapısına kilit asayım?
Evvel nasıl idiysek yine öyleyiz, yine de öyle olacağız.
Ey âkıl! Semeresi nedâmet olacak hiçbir işte bulunma!
Ey ârifibillâh! Keyfine bak. Cennet bizim nasîbimizdir, zira en ziyâde ihsâna müstahak olan günahkârlardır.
Ey bintü’l-ineb! Çok güzel gelinsin, fakat bazen sezâvâr-ı tatlîk olursun!
Ey kadeh, gözün aydın; şarap ortaya kondu.
Ey müdmin-i hamr! Bâb-ı rahmet-i Hak’tan me’yûs olma!
Ey padişah! Bir mef‘ûlün men erâd’ın senin devrinde fa‘‘âlü mâ yürîd olmasını revâ görme!
Ey tecrübekâr! Alçaktan sebât umma!
Ey zarar-dîde! Mütebassır ol, ticâret vakti geldi!
Eyvah! Gizli sır âşikâr olacak!
Fânî dünyadan ne ümid ediyorsun?
Feleğin atâyâsı alışverişten başka bir şey değildir, bir lokma ekmek verinceye kadar âdemin dişini alır.
Fesübhânallah! Kim telef ediyor! Kim kazanmış idi!
Garîbin bîçâre gönlü vatandan ayrılmaz.
Gece yatağımda dahi kesb-i kemâlden hâlî kalmam, dîbâdaki sûret bana sükût dersi verir.
Gevheri alan ipliğini geri vermez.
Gölgeden korkacak bir dimâğa mâlik olduğumuz halde, güneşi teshîr etmek sevdâsında bulunuyoruz!
Gönlünü bir de vatan bendiyle bağlama, âsumânın hâricine çıkamamak esareti kâfîdir.
Gönül yalnızlıktan pek muztaribdir. İlâhî! Bir arkadaş!...
Gönül! Gayretin var ise derd-i ihtiyâcdan dolayı tâlib-i mevt olma ki -talebin bu türlüsü- dilencilikten başka bir şey değildir.
Gönül! Hümâ-yı saâdet zîr-i felekte değildir, arzû-mend-i zıll-i hümâ isen hârice çık!
Gönül! İşin şimdi yoluna girmezse ne zaman girecek?
Gözünü yumarsan kûşe-i hâne ile sahrâ bir olur.
Gül kokusunu ucuzlat, gülistan uzakta değil.
Gülün yakası yırtıldı, râyihasını nasıl saklayabilir?
Gündüzüm muzlim ise güneşin kusûrundandır.
Güneşin zerre addolunduğu bir yerde kendini büyük görmek muvâfık-ı edeb değildir.
Güneşte kalmayan gölgenin zevkini bilmez.
Güzelce düşün! Dikensiz gül var mıdır?
Güzellik devri çabuk geçer, nasihat dinle!
Hadi oradan! Bu mânâsız vaaz benim zihnime girmiyor.
Halkı sayd etmek için çok dâne lâzımdır, tesbihini sad dâne yapmış ise hak yedindedir.
Halkın dünya için yekdiğerle edegeldikleri münâzaât bî-esastır, mektep çocuklarının birbirleriyle ettikleri kavgalara benzer.
Hâne sâhibi üst başta oturmaktan zevk almaz.
Harâret-i hummâya yelpaze tesir etmez.
Hastasız tabîbe benzer.
Hastayı her gören “karîben şifa bulursunuz” der.
Hayat bir deryâdır, timsahı hâdisâttır. Cisim, sefînedir, memât, sâhile vusûldür.
Hayâtın râhatı ibtidâsıyla intihâsındadır; mahall-i âsâyiş ya vâlide kucağıdır, yahut mezardır.
Hayır işte istihâreye hâcet yoktur.
Hayvan gibi heriflerden ihsan ümidinde bulunmayın!
Her gördüğün âdem şehr-i vücûdunda reistir.
Her kötü, iyilerden müstefîd olamaz; zehir yed-i Îsâ ile verilse de içeni öldürür.
Her neresi çeşme başı ise kervan konağıdır.
Her sözün zamanı, her nüktenin mekânı var.
Her türlü hevese tebeiyyet gençlik zamanına yakışır.
Her yer dârü’l-aşktır, mescidle kilisenin farkı yok!
Her yerde şiirime nâ-be-mahal ta‘rîz vâkı oluyor, bu sineğin öyle konup durması sözümün halâvetindendir.
Herhangi kıble olursa olsun hod-perestlikten hevândır.
Herkes ektiğini biçer.
Herkesin alnı yazısını kalem-i takdîr yazmış ise bir kâtibin yazısında bu kadar tefâvüt nedir?
Herkesin anlayışına göre bir zannı var.
Herkesin fikri himmetine göre olur.
Herkesin itibârı benî-nev‘ine olan nef‘ine göredir; bahçede her ağacın kadri verdiği meyve ile mütenâsib olur.
Hırka gül gibi âlûde-i şarâb! Böyle Müslümanlık mı olur?
Hırsız çaldığını saklamağa çalışır, halbuki birtakım utanmazlar -şâirlerin âsârından- çaldıkları meânîyi bâzâr-ı iştihâra çıkarmak isterler!
Hırsız dâimâ gâfilin arkasına düşer.
Hiçbir ser yoktur ki onda bir sırr-ı İlâhî bulunmasın.
Hümâya söyle: Tûtînin çaylaktan aşağı tutulduğu diyâra sâye-endâz-ı şeref olmasın!
Hünerli şâgirdin, üstâdına nâzı geçer.
Hüsn-i sûrîyi hiçe alma, dünya hasm-ı cân olduğu halde beşûştur.
İlâhî! Kimsenin velînimeti inâyetsiz olmasın!
İnkılâbdan hâlî kalmayan iki yüzlü feleğin, bizim bî-kararlığımızı bir kararda bırakışına taaccüb ederim.
İnsana bu zulmü nerede ederler?
İsmet olmayan hânede hayır olmaz.
İş görmeden niçin ihsan ümidinde bulunuyorsun?
İş müşkildir, aman bir hatâ.
İşim mâh-ı îd gibi gönülden def‘-i gam etmektir. Şehr-i Muharrem gibi halkın derdini tâzelemem.
İşin sonu neye varacağını kimse bilmez.
İşte bu ot bitmedi! Bağın günâhı nedir?
İyâdetten ölen hastaya devâ ne yapsın.
Kadehin üstünü ört, hırka-pûş geldi!
Kafes, mahbus kuşun gözüne karanlık görünür, her tarafı pencere olmuş, ne faydası var?
Kalb-i ârifin muztarib olması şâyân-ı teessüftür.
Kalp akçenin sarfı için gece gündüze tercih olunur.
Kan yutuyor, Şiraz şarabı tahayyül ediyor!
Karanlık oda için bir mum yüz levhadan evlâdır.
Kardeş kardeşe böyle mi muâmele eder?
Kasabın evinde her gün kurban bayramı vardır.
Kavî olduğun zaman zayıf olanların imdâdına yetiş!
Kendi derdini düşün! Âlemin derdiyle uğraşmak ne oluyor?
Kendine müteallık olan gaybı bilmek, gaybı bilmekten evlâdır.
Kesilmiş dal bahâra iltifat etmez.
Keşke gözümüz yüzünü hiç görmeyeydi!
Kısa kesilemez, bu kıssa uzundur.
Kışın kimse yelpaze satmaz.
Kıymetten düşmek istemezsen kimseyi kıymetten düşürmeye kalkışma.
Kimden şikâyet edeyim? Gammâzım evdendir!
Kimin yolunda belâ tuzağı yok?
Kimseyi incitme de ne istersen yap! Bizim şerîatımızda bundan başka günah yoktur!
Korkarım, bu nükteyi ber-vech-i tahkîk anlayamazsın!
Kötü musâhibden uzak bulun, uzak!
Kudret olmayınca memât hayâta tercih olunur, maktûü’r-re’s olmak maktûü’l-cenâh olmaktan yüz kat daha hayırlıdır.
Kulak kaşımak için bir parmak kâfîdir.
Lâf ile büyüklerin yerine geçilemez olamaz, büyüklük esbâbını hakkıyla tehyie ettinse o başka!
Lisân-ı sâkitim, ifâde-i hâli akan gözyaşıma bıraktı. Henüz tekellüme başlamayan çocuk gibi, beyânım ağlayışımdan ibârettir.
Ma‘bûdu para olan adamın mushafı sikke yazısıdır.
Mâdemki gül devşirmek istiyorsun, bâğbân ile âşinâlık peydâ etmelisin.
Mâdemki hedef neresi olduğunu bilmiyorsun, niçin ok atıyorsun?
Mâdemki kadehin doludur, hem iç hem içir.
Mahsûlsüzler meşakkatten vârestedirler; rüzgâr mîve-dâr ağacı kırar.
Mahşerde yine bizden ne isteyecekler? Mâ-meleki yağma edilen, hediye götüremez.
Manastırın da, Ka‘be’nin de taşındaki kıvılcım bir türlüdür.
Mâşâallâh ne güzel takvâ seccâdesi! Bir kadeh şarap bile etmiyor!
Matlûbun dumansız mum ise bu evde yoktur.
Mâye-dâr olan, hod-nümâ olmaz; bâğbânın başına gül taktığı görülmemiştir.
Mazmun çalan yârândan başka söz müşterisi göremiyorum!
Medreseden, tekyeden kalbim karardı!
Medresenin, Keşf ve Keşşâf’tan söz etmenin sırası değil!
Menzil-i maksûda doğru -sehven olsun- bir adım atmadım, gûyâ bir rehber, beni âvârelik yoluna sevk eder dururdu.
Merhametsiz bahte bak, bu bâbda ne yaptı!
Mevtten başka kimse beni i‘mâr kaydında değildir.
Meydâna kimse çıkmıyor, atlılara ne oldu?
Mezbûh biziz, halbuki o çarpınıyor, bu işitilmiş şey midir?
Mihr ü vefâ ikliminin âb ü havâsı pek fenâdır, gönül! Bu iklimde bulunduğun müddetçe hasta olman zarûrîdir.
Mihrab ve minberde böyle cilve edip duran vâizler halvete çekilince başka işle meşgul olurlar!
Muhabbet istilâ edince şecâat bir işe yaramaz, sazlığı ateş ihâta edince arslan kaçar.
Muhâl sözüne inanmazsam mazurum.
Muharreme tesâdüf eden nevruz gibi!
Mukabilinde sûret olmadıkça âyîne aksi görünmez.
Musa’yı bırakmış da buzağının arkası sıra gidiyor!
Mushafın mıstarı olmamakla mânâsı muavvec olmaz.
Mustafavî çerağdan Ebû Lehebî kıvılcım ayrılmaz!
Müdârâ etmemekten ne fayda görüyorsun!
Mührün yüzü nâm için dâimâ kara olur.
Nâ-cins ile musâhabet rûha azâb-ı elîmdir.
Nahîf isem de, değil isem de arslana şikâr olurum!
Nâsıh-ı müşfik sana her ne derse kabul et.
Nasıl sabretmeli? Tâkat kalmadı!
Nasihat sana -kabiliyetin var ise- fâide-bahş olur.
Ne güzel merâtib-i rü’yeviyye! Uyanıklıktan bin kat a‘lâ!
Ne iş gördün ki mükâfâten iki âlem istiyorsun?
Ne yapayım? Zamanın oyunu beni iğfâl eyledi!
Nerede belâdan sakınmayacak bir arslan yürekli?
Nükte çok, fakat anlayan nerede?
O âsitânı canı âstîninde olan öpebilir!
O kadar nâz etme! Bu bahçede senin gibi pek çok çiçek açıldı!
Onun müstenid gönlünde benim yerim yok idi, benden ona nasıl toz konduğuna taaccüb ederim.
Ortada mümeyyiz olmayınca imtiyâzın ne faydası olur?
Ön kapısı yok ise kilide de ihtiyâcı yoktur.
Padişaha de ki: Herkesin rızkı maksûmdur.
Pederleriyle iftihâr eden ahmaklardan değiliz.
Pervâne yandı ise çerâğ-ı meclisin günâhı yoktur.
Peşini bırakıp da veresiyeyi ihtiyâr eden ârif değildir.
Saâdet-i ezeliyye kesb ile bulunamaz; karga kemik yemekle hümâ olamaz.
Sabâhımızı gördün, karanlık gecelerimizi sorma!
Sadef, içinde inci bulunmadığı vakit açık bulunur.
Sâkî sarhoş olunca kadeh sür‘atle devredemez.
Sâkînin infiâl-i şedîdine uğrayan mahmûrun hâli ne olur?
Samimi dostlardan ayrılmak müşkildir.
Sâmirî kimdir ki yed-i beyzâya galebe etsin!
Sarhoşluğumdan hiçbir gönül şişesi kırılmadı, ben bu dil-şikenlere neden giriftâr oldum?
Sarhoşluk sarık dağınıklığı ile olmaz.
Sayyâdın elinden dâm gidince dâneyi ne yapsın.
Seni mazur tutarım, çünkü onu görmemişsin.
Senin gibi bir kuşa acınır, kafes esiri bulunuyorsun!
Senin mesrûr olmanı istemeyen gönül mağmûm olsun!
Sermâyesiz adam dükkân endişesinde bulunmaz.
Sevdiğimin murâdı husûle gelsin diye kendi murâdımın terkini ihtiyâr ettim.
Sırrın hârice çıkması münâsib değildir, yoksa mahfil-i urefânın almadığı haber yoktur.
Soluğunu zaptedemeyen, dalgıçlık edemez.
Söz dinler kulak nerede? İbret alır göz hani?
Sözümde hiciv bulunmaması aczimden değildir; âb-ı hayâta zehir karıştırmak elimden gelmiyor.
Sözünü zâyi etme, çünkü ben sarhoşum.
Sudan ayrılan balığın ateşten pervâsı olmaz.
Sûfîler! Beni mazur tutun, mezhebim budur.
Susalım, hasta uykuda.
Susamışın hatırından suyun çıkması muhâldir.
Susuzlukla berâber sudan kat‘-ı nazar etmek nasıl mümkün olur?
Süprüntü, selin önünü alamaz.
Şehrimizin dilencisine bak, reîs-i meclis olmuş!
Şeytan çıkınca melek girer.
Şikâyet için ecnebî nezdine gidersem âdem değilim!
Şimdi seni gördüm, firâkınla neler gördüğümü niçin söyleyeyim?
Şükret! Allah etmesin! Hal bundan daha da beter olabilir.
Tâlib-i mâl-i Kârûn olan müflis gibi!
Tâli-i nâ-müsâid bakalım kısmetimizi daha nerelere atacak!
Tâlii nâzenînlerden istifâdeye müsâid olanın işi yolunda!
Taşı düşünce yüzük kıymetten düşer.
Tok göze göre başak ile harman birdir.
Tövbe etmemizi emredenler acabâ niçin tövbe etmiyorlar!
Türbede yakılan mum kabri tenvîr edemez.
Ümidim eli kısa ise istiğrâba mahal yoktur, çünkü bâtıl dâvâlarda dilim uzun değildir.
Vâız! İşine git! Bu ne bitmez safsatadır!
Vâızın ferdâya ait olan va‘dine itimad mı ederim?
Vâkıan mülk-i adem, mülk-i vücûd gibi dar değildir. Ama orada kim evvel yer kaparsa o daha âsûde olur.
Vaktiyle özünde cevâhir dizili olan ipliği şimdi ne yapayım?
Var ile, yok ile gönlünü incitme; âsûde-hâtır ol. Her kemâlin sonu zevâldir.
Vatanından uzak düşen, perişan olursa baîd değildir.
Vefâ ne yaptı ki hâtırında yer bulamıyor!
Vîrâne kalbi âbâd edecek zaman geldi.
Ya Rab! Şahs-ı denî hiçbir vakitte mu’teber olmasın!
Yağmaya, sonradan yetişenin hissesi az olur.
Yanmayan mumun pervânesi olmaz.
Yâr bizimle bugün dost ise yarın düşmandır.
Yazık! Bunca çanların velvelesinden haberin yok!
Yazık, dâima dânemden av tevahhuş ediyor!
Yelpâzenin elinde rüzgârdan başka bir şey yoktur.
Yerinde bir şey bırakacak surette olma, insan nâmdan başka yâdigâr bırakmamalıdır.
Yol üzerinde bulunmadıkça dilencinin keyfi gelmez.
Yoldaki tozu bastır ki görebilesin!
Yükümüzü cehenneme indirmeyelim? Metâımız yaş odundan ibârettir.
Zâhirlerini saf gördüğüm âdemlerin bâtınları âyînenin arkası gibi idi.
Zahmet çekmeyen râhata eremez.
Zamâne -hayâtımda- karanlık gecemden şem‘i gasb etti de -vefâtımda- getirdi, mezârımın üzerinde yaktı.
Zamânenin makbûlü olmadığımızdan dolayı emniyet içindeyiz; bizi ref‘ etmedi ki yere vurabilsin.
Zamanımızdaki zâhidler hak ve bâtıl mi‘yârıdırlar, bunlar her neyi inkâr ederlerse ben onu ikrâr ederim.
Zamanın evzâını iki defa görmeğe tahammül olunamaz, onun için dünyadan her kim gitmiş ise bir daha yüzünü çevirip bakmamıştır.
Zamanın tahavvülâtından sâye-i cehâlete sığın, maîşet-i câhilden başka bir şey hâli üzere kalmadı.
Zavallı, bu dânenin dâm olduğunu anlayamamış.
Zevk-ı hâzırdan istifâdeye çalış. Bak! Âdem bile -kısmeti kalmayınca- cenneti terk ediverdi!
Zuafâya -mümkün olduğu kadar- kem gözle bakma, ipliğin muâveneti gül demetini perişanlıktan kurtarabilir.
Züğürde acı!

Hiç yorum yok: