Tâhirü’l-Mevlevî’nin Koşmaları
1
Muhabbet tarîki ne dik yokuşmuş
Bu şeydâ tabiat orada koşmuş
Bir zaman sanırdım o koşma hoşmuş
Fakat şimdi artık canımı sıktı
Ne müşkil belâ bu, sevilme, sev de
Olmasın vefa hiç kühende, nevde
Gönül dedikleri şu viran evde
Ne kadar vefasız oturdu çıktı!
Her kimi sevdimse oldu cefacı
Birini görmedim olsun vefacı
Her biri sanırsın birer kiracı
Sîneme girip de içinden yıktı
Aşkın ateşine tutuştum yandım
Bin türlü acıklı renge boyandım
Takatim tükendi artık usandım
Sevgiden yaralı yüreğim bıktı
Bakışı ne kadar olsa da süzgün
O süzgün bakışdan içerim üzgün
İnledim, ahengi olmadı düzgün
Sevdâdan ruhumun sazı kırıktı
2
Ezel meclisinde “belâ” dedimdi
Dolular içerken aşkın tasıyla
O neşve huruşa gelmiş de şimdi
Taşıyor gözümden hicran yasıyla
Ufkumu kaplayan o yas dumanı
Gösterdi karanlık bana her yanı
Matemli bir renge boyadı cânı
Sıvadı kalbimi keder pasıyla
Üzüldüm sararmış bir yaprak gibi
Ezildim çiğnenmiş bir toprak gibi
Coşkunum köpürmüş bir ırmak gibi
Ruhumun dinmeyen ağlamasıyla
Artıyor içimde aşkın ateşi
Oluyor bir sitem yangını eşi
Ömrüm baharının batmış güneşi
Kurumuş hayatım kış havasıyla
Saçıyor felek hep üstüme yalım
Satıyor felâket karşımda çalım
Dökülmüş yaprağım, kırılmış dalım
Sevdanın sürekli fırtınasıyla
Bitirdi sabrımı candaki coşma
Halime acı da artık savuşma
Belki tesir eder sana bu koşma
Bir âşık okursa bağlamasıyla
3
Seyrine daldığın şu coşkun dere
Gözümden çağlayan hicran yaşıdır
Dikkat et bastığın, ezdiğin yere
Yüzümden ibaret pınar başıdır
Süzülüp geçerken o gamlı dere
Sıçrar da bir damla durduğun yere
Gelirse o şayet sana bir bere
Ağlayan ruhumun sitem taşıdır
Cevrinle kanayan yüreğim dağlı
İradem zülfünün teline bağlı
Gönlümü doğrayan, kılıcı zağlı
Sevdanın kesilmez bir savaşıdır
Felek de benimle olmuş kavgacı
Serpiyor üstüme belâdan saçı
Ölüm dedikleri olsa da acı
Duyduğum acının en yavaşıdır
Alnımın yazısı bezdirdi beni
Kalbinden yaralı gezdirdi beni
Ayaklar altında ezdirdi beni
Belki toprağımı başta taşıdır
4
Göğsüme saplanıp zehir bırakan
Ayrılık yayından fırlayan okmuş
Kalbime işleyip ruhumu yakan
Cevrinin açtığı derin oyukmuş
Hecrinle çağladım ırmağa döndüm
Ezildim yolunda toprağa döndüm
Çiğnendim devrilmiş bayrağa döndüm
Bu kadar mezellet doğrusu çokmuş
Hayatın çilesi dolduysa doldu
Çekdiğim belâlar çekilmez oldu
Emel bahçesinin gülleri soldu
Ettiğin sitemler ne de soğukmuş
Yürekte sevgiden istek kesilmiş
O hissin terkini can sağlık bilmiş
Zulmüne bu yine teşne değilmiş
İçerim o zevke epeyce tokmuş
Sabrımı tüketti artık bu sevdâ
Uyanmış gönülde var şöyle hülya:
Aşkın benim için korkulu rüya,
Yahut ki masalmış: Bir varmış, yokmuş!
5
Mazmunu şi’rimin yetim sesidir
Duyanı ağlatır her sözüm benim
Dinle; bir yaralı iniltisidir
Akisler verince iç yüzüm benim
Gönülden kurulmuş bir ağa düştüm
Tutuldum, çözülmüş bir bağa düştüm
Aşkın çıkmazında toprağa düştüm
Ne kaldı iradem, ne özüm benim
Eylerim her yana ye’s ile nazar
Görünür feza bir karanlık mezar
Şu mihnet gecesi uzar mı uzar
Kıyamet günü mü gündüzüm benim?
Vefa dedikleri manasız lugat
Vehimden, ademden ibaret evet!
Aradı elli yıl cihanı fakat
Görmedi vefayı hiç gözüm benim
Horladın vefasız! Boynu büküldü
Terk ettin, gözünün yaşı döküldü
İnledi, inledi nihayet öldü
Gönül ismindeki öksüzüm benim
Ey Tâhir! Gönül de çıktı aradan
Arasın kendini bana aradan
Metanet verirse eger Yaratan
Kalmadı dünyada pürüzüm benim
6
Ayrılık deruna gerçi öd saldı
Çok şükür müddeti hayli azaldı
İftirak ateşi sabrımı aldı
Kavuşmaya lâkin iki gün kaldı
İki gün kırk sekiz saatken heman
İndimde ne bitmez, tükenmez zaman
Az daha tahammül gönül! Şu hicran
Bitecek, gidecek vakti daraldı!
Dilerim bu müddet çabucak dolsun
Göz görsün yüzünü, can onu bulsun
Ey saba! Evvelce hizmetin olsun
Zülfünden bir şemme, gönül bunaldı
Şu kısa müddeti dürüp de büksem
Karşına geçip de diz üstü çöksem
Çektiğim dertleri hep saysam döksem
Anlamış olurdun hecrin ne maldı
7- Gönlümün Sevinci
Nerdesin gönlümün sevinci nerde?
Bıraktın ruhumu gamda, kederde
Yüzün görmeyeli şu yad ellerde
Garipsedim, seni göresim geldi
Düşünüp durdukca gül yanağını
Duyarım yürekde hasret dağını
Bitip tükenmeyen hicran çağını
Titreyen elimle düresim geldi
Verdim düşüncene bütün özümü
Diktim yollarına yaşlı gözümü
Sararmış yaprağa dönmüş yüzümü
Minik ayağına süresim geldi
Nihayet ver artık firkat oynuna
Ayrılığın atma beni koynuna
Açık kollarımı güzel boynuna
Ağlaya ağlaya öresim geldi
8
Kaç yıldan beridir seni düşündüm
Yolunu bekledim, dedim ki gelsin
Yegâne düşüncem: Geldin de gördüm
Yadımda olandan daha güzelsin
Eylemişti hüsnün aklımı şaşkın
Yakmıştı kalbimi alevli aşkın
Sönmedi o ateş, şimdi de taşkın
Şu yanık rûhuma hâlâ emelsin
Olsa da muhabbet ömrü yorucu
Olamam ben ondan geri durucu
Göreyim seni de gamzenin ucu
Razıyım, isterse bağrımı delsin
Ey sevgili denilen kuvvetli pence
Tatlıdır ettiğin acı işkence
Duygusu bulunan geçkine, gence
Kurtuluş yok senden, coşkun bir selsin
9
Sevgi dedikleri öyle bir şarab
Bir damlası eder içini harab
Kırılsa, dağılsa, olsa da türab
Nuş eden gönülden humârı geçmez
Tadını deneme tatlı bir acı
Çeşnisi bayıltır, lâkin yakıcı
Ateşi verir ki öyle bir acı
Çürümüş bir baştan buharı geçmez
Sönmez bir cehennem durağı aşkın
Olur her alevi gökleri aşkın
Karşısında kalır tahammül şaşkın
Önünde şuurun kararı geçmez
Şunu bilmiş ol ey aşıkım diyen
Onulmaz bir derttir seni kemiren
Olsa da muhabbet ebedî gülşen
İçinden selâset rüzgârı geçmez
Kaptırıp yakamı sevda eline
Ey Tâhir uymuşum hevâ yeline
Düştüm gözlerimin coşkun seline
Hatırdan kurtuluş kenarı geçmez
10- Bâyezîd-i Bistâmî’nin bir beytinden mülhem
Bayezid demiş ki: Sevgi câmını
Durup dinlenmeden gönül nuş etti
Kadehler üst üste boşaldı, doldu
Lâkin ne ben doydum, ne şerab bitti
Beni de böylece aşkın şarabı
Ezelî, ebedî kıldı harabı
Cismimle kabrimin yanık türabı
Sevda cür’asıyla yoğruldu gitti
İlk câmın neşvesi gönülde bakî
Artıyor gitdikce şevk-ı mezakı
İçdiğim meclise Allâh’dı sâkî
Orada “elest”i ruhum işitti
Gayb etti vakıan o bezmi bu göz
Lâkin kulağımda çınlıyor o söz
Her yerde, her şeyde görünen o, yüz
Yanmamı artırdı, beni eritti
11
Duyururken sesi ruh inlemesi
Kesik kesik çıkar şimdi nefesi
Cevrinin yaramaz çocuk hevesi
Karşısında olmuş oyuncak gönül
Adetse yerlerde sürümek sence
Götürmez vücudu onun işkence
Duygudan ibaret yapısı ince
Üzülür, kırılır çabucak gönül
Keşke kırılaydı biterdi derdi
Belki vicdanın oh olsun derdi
Lâkin unutma ki seni severdi
Çiğnediğin toprak olacak gönül
12
Yaşadım epeyce, yaş oldu yetmiş
Ömrümün neş’eli günleri gitmiş
Toplanmış gam, keder hep hücum etmiş
Bu uğraştan cismin yorgunluğu var
Alnımın yazısı ne kadar kara
Çektiğim mihnete vermiyor ara
Kalıbım hastadır, yüreğim yara
Bünyemin temelden bozgunluğu var
Gözlerim aynada zorlukla tanır
Beni gördüğüne güççe inanır
Yüzüme bakanlar kar yağmış sanır
Çehremde ölümün solgunluğu var
Bütün gün olurum derd ile haşır
Her bir nefes beni mezara taşır
Yaşayan ölüyüm desem yaraşır
Bu sıfatın bana uygunluğu var
Bahçemi ot basmış, bozulmuş bağım
Çiçek açmaz olmuş kıraç bir dağım
Birisi vah dese ağlayacağım
İnleyen kalbimin dolgunluğu var
Cismimde yoksa da kuvvetim, halim
Allah’a çok şükür ruhum sağ, salim
Aşk ile zindedir kalemim, kalim
Tabiatın ona vurgunluğu var
Hâlâ da yazıyor gazelle koşma
Hâlâ da içinden geliyor coşma
Hâlâ duymaktadır yanma, tutuşma
Sevgide Tâhir’in olgunluğu var
10 Nisan 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder